Denizli’ye Ay gelmiş

Ah anacığım, sen ne güzel insandın. Hasretin o kadar yüksek ki hâlâ telefonu elime her alışımda seni aramak için parmaklarım hareket ediyor da son numaranın tuşuna basınca artık sesini duyamayacağımı fark ediyor ve derin bir hüzne kapılıyorum.

Mütemadiyen bu hissi her gün yaşıyorum. Nurlu yüzün gözlerimin önünde canlanıyor ve şefkat dolu bakışlarınla karşılıksız sevginin ötelerine gidiyorum.

Henüz 5 yaşında iken gündüz bulutları, gece Ay’ı keşfetmiş ne olduklarını anlamaya çalışırken “Anne onlar yenir mi, tatları güzel midir?” diye sormuştum. Bulutları meleklerin hareket ettirdiğini, Ay’ın de akıllı ve uslu çocukları yukarıdan izlediğini söylemiştin. Ne hayaller kurmuştum onlarla. Melekler, bulutlar ve Ay… 5 yaşındaki hayal dağarcığımla onların yine de lezzetli şeyler olduğuna kendimi inandırmış, gizli, gizli de olsa akşama doğru batan güneşin kızıl ışıkları ile kızaran bulutlara bakıp, erik ağacının altına giderek meleklerden bir dilim vermeleri için ricada bulunmuştum.

Ay henüz ortada yoktu. Evinden çıkmamıştı. O gökyüzüne gelip beni izlemeye başlamadan isteyiverdim işte.

Ayıp mı etmiştim acaba?

Anneciğimin sesi ile irkildim. Beni çağırıyordu. Koşarak yanına gittim. Valizler, çantalar vardı.

“Hadi gel üstünü değiştirelim. Gidiyoruz” dedi.

“Nereye gidiyoruz biliyor musun?”

“Nereye” diye mırıldandım.

“Denizli’ye”

“Orası neresi?

“Benim memleketim. Benim doğduğum, büyüdüğüm ve senin de dayılarının olduğu yer.”

Denizli ismini ilk kez o gün duyduğumu hatırlıyorum. Neresiydi, nasıl bir yerdi acaba? Ama ben meleklerden bulutlardan lezzetli bir dilim istemiştim. Gidersek bana veremezler, diye düşündüm. Veremezler miydi?

Hava alacaya döndüğünde evden ayrıldık. Babam ağır valizleri taşıyor annem de beni. Temiz papuçlarım kirlenmesin diye kucaktayım. Gözlerim gök yüzünde. Ay hâlâ ortada yok.  Niye yok? Bana küstü mü? Meleklerden istediğim şeye kızdı mı?

Topçam Turizm firmasının 302 Mercedes otobüsüne binip annemin kucağına oturduğumda, cama yapışıp hâlâ gökyüzüne bakıyorum. Ay yok.

Annemin gözleri yaşlı. Elinde mendili ile gözlerini siliyor. Niye ağlıyor ki?

“Memleketime gitmeyeli on sene oldu. Kardeşlerimi görmeyeli koca on sene.” Anne benimle konuşuyor. On sene çok mu acaba?

Rahmetli anneciğim Tokat’a gelin gelmişti. 1950’li yılların zorlukları ile Denizli’ye gidememişti. Babamla evlendikten sonra bu ikinci memleket ziyareti idi. İlki de yaklaşık on yıl önce ablasının ani vefatı yüzündendi. Şimdi mi? Şimdi keyfe keder ziyarete gidiyorduk. Ana oğul.

Çocukluğum, annemin Denizli’de geçen çocukluk ve gençlik hikâyelerini dinlemekle geçti. Acıpayam, Babadağ, Yatağan civarını, köylerini hiç görmeden ezberledim. Hayal dünyamda oraları şekillendirdim. Oralarda annemin çocukluğuna arkadaş oldu. Kıtlık günlerinin açlığında çocuk anneme ekmek bulup götürdüm. Öksüz ve yetim olduğu için evlâdlık verilen anneme kötü davrananları tenhada sıkıştırıp erik dalından yaptığım sopa ile dövdüm. Hayali ben ile annemin çocukluğunda onu kurtarmak, onu savunmak üzerine kendime masallar uydurdum.

Otobüs hareket etti. Gökyüzüne bakmaktan boynum ağrıdı.

“Anne.”

“Ne var oğlum?”

“Ay!”

“Ne oldu Ay’a?”

“Bana küstü.”

“Niye ne yaptın ki?”

“…”

“Küsmez oğlum. Bulutların arkasına saklanmış dinleniyordur.”

Bulutların arkasına mı saklanmış. Acaba bulutlar beni şikâyet mi ediyor?

Uyumuşum. Defalarca uyanıp, defalarca uyandıktan sonra Denizli’ye varmışız.  Otobüsten indiğimizde gündüz vakti idi. Gözlerim bulutlarda. Ay Tokat’ta kalmıştı. Denizli’ye gelmemişti. Artık Ay’ı hiç göremeyecektim. Akrabalar ve onların yaşıtım çocuklarının ilgileri de yüzümü güldürmüyordu.

Yataklarımızın serildiği odaya annem ile girdik. Annem, pencerenin önüne gitti. Beni yanına çağırdı. İşaret parmağı ile gökyüzünü gösterdi. Nasıl sevindiğimi anlatamam. Ay bizimle birlikte gelmişti.

İrfan Söyler

İrfan Söyler

Bu alana biyografinizi ekleyebilirsiniz.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir