Arbaytır Mehmet!

Avrupa işçi arıyor dediler. 1960 yılının yorgun ve fakir Anadolu insanı köyünü tarlasını bırakıp, çoluğunu çocuğunu terk edip yola düştü. O zamana kadar kasabaya dahi inmemişlerdi ki iş bulma kurumuna adını yazdırdı.

Avrupa işçi arıyor dediler. 1960 yılının yorgun ve fakir Anadolu insanı köyünü tarlasını bırakıp, çoluğunu çocuğunu terk edip yola düştü. O zamana kadar kasabaya dahi inmemişlerdi ki iş bulma kurumuna adını yazdırdı.

Korkuyordu.. İyi para alacaksın demişlerdi.  Gidip bir, bilemedin 2 yıl çalışıp bir sarı öküz ile 5 dönüm tarla almak için geri dönme niyetinde idi.  Alman doktorlar soyun dedi; soyundu.. Aç ağzını dedi, açtı.. Dişi çürük olanı işe yaramaz deyip ayırdılar. Öksüreni, sigaradan ciğeri hırıldayanı “kaput” dediler köyüne döndürdüler.

Sağlam, hem de sapasağlam kavruk Anadolu delikanlıları Trenlere doluştu. Tahta valizlere örme çoraplar, zeytinyağından sabunlar, kuru ekmek azıklar konulmuştu.

Kara trenin acı düdüğü ötüp, raylar tıkırdadıkça yürekteki sevdalar kabardı. Raylar Münih’e yaklaştıkça korku arttı. Aşklar geride çok geride kalıyordu. Kiminin Ayşe’si, kiminin Fatma’sı, kiminin anası, çoluğu çocuğu sanki kaf dağının ardında kalmıştı.

Ve Münih Garı..

İlk Türk kafilesini geldiğinde Bayern Bando takımı marş çalmaya başlamıştı. Almanlar çok iyi karşılamışlardı. Beklemeden dağıtıma tabi tutuldular. Güneşin alnında kararan tenler gün yüzü görmeyen yerlere götürüldüler.  Adına “HAYM” denilen yerlere ranza usulü yerleştirildiler.

Ellerimizde kazma kürek yer altına girdik. On, yirmi değil tam bin beş yüz metre yer altından kömürlere kazma vurmaya başladık. Yayla havasından başka hava almayan ciğerlerimize kömür tozu doldu. Hasta olduk.

Kafamıza kask giyip erimiş demirleri kalıplara döktük. Bizim tenimizi en fazla 40 derece güneş yakmıştı, Demir’in sıcaklığının üç bin olduğunu duyunca kıyaslama yapamadık. Eridik…

Makina ürettik, Araba ürettik, Ürettik… Ürettik… Saatin dişlileri gibi tik… tak.. Çalıştık bir de baktık biz tükendik…

Hiç bir şey zorumuza gitmedi de herkesin içinde çırılçıplak banyo yapmak zor geldi.  Ne yiyecektik. Marketlere gittik etine güvenmedik, Helal mi, haram mı? Domuz mu dana mı anlamadık. İşin kötüsü kimse de bize anlatmadı. Tavuk almak istedik gıdakladık. Dana eti isterken “mö” lemek zorunda kaldık. Güldük acınacak halimize.

Ne kazandı isek biriktirmeye başladık. Türkiye’ye giderken başımıza fötörü taktık güya hava attık. Kazandıklarımızı eşimize dostumuza saçıp geri döndük. O gün den sonra bu hep böyle oldu.. Adımız çıktı Alamancıya inmedi vatandaşa…

Yıllar ne çabuk geçti.. Hani 2 yıl sonra dönecektik ya olmadı.. 50 yılı geride bıraktık.. Çocukların çocukları oldu. Biz ölmeye başladık..

ArbaytırMemet emekli oldu.. Kara tren, tahta valizle geldiği Almanya’dan Uçağın kargo bölümünde tahta tabuta girerek dönmeye başladı…

Ne yapsak ne yapsak diye bir düşüncedir aldı bizi.. Biz ezildik bari çocuklar ezilmesin diye kara kara düşünürken aklımıza gelip de denemediğimiz, deneyip de batırmadığımız iş kalmadı. Manav olduk. Bakkal Olduk. Export olduk. Olduk olduk da bir türlü olamadık.

Ve bir gün kendi lokantalarımızı açalım dedik.  Döneri taktık şişe çevirmeye başladık. Almanlar camdan bakmaya “waz iz daz” demeye başladı..  İkram ettik dillerinin ucunu zor değdirdiler. “Bu yeniyor mu” diye sordular.

Avatar

Editör

En güzel haberleri oluşturur, düzenler ve siteye ekleyip, siz değerli okurlara sunarım.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir